Asbien

BİLGİLENDİRME BLOĞU

Asbien, yenilikçi ve araştırmacı yaklaşımlarla yaşam kalitenizi yükseltmeyi amaçlayan tamamen doğal vitamin, mineral ve besin takviyeleri üretir."

Sağlıklı Yaşam

Hayatın sağlıklı ve kaliteli yaşanması gerektiğine inanan Asbien, yeterli derecede çözüm sunulamayan tedavi alanlarında sektöründe 13 yıllık deneyimi ile etkili ve güvenilir çözümler bulmayı amaçlayan bir kuruluştur.

Günümüzde bitkisel besin destek ürünleri yoğun olarak kullanılmakta ve insanların sağlığına pozitif etki yapmakta, kendilerini zinde, iyi ve sağlıklı hissetmelerini sağlamaktadır. Böylece daha sağlıklı bir toplum oluşmakta, insanlar daha zor hastalanmakta veya hastalıkları daha hafif atlatmaktadırlar. 

Asbien geliştirdiği ürünlerle toplumun her kesimine ulaşmayı ve fayda sağlamayı ilke edinmiştir.Ürünlerimiz müşteri memnuniyetini ön planda tutarak, etkinliği kanıtlanmış doğal bitki ekstratlarıyla, ilgili bakanlık tarafından onaylı yüksek kalite standartlarına uygun olarak üretilmektedir.

Kalite, Güven, Çevre

Asbien ürünleri her yaş grubundaki insanların kullanabileceği ve maksimum fayda sağlayabileceği tamamen doğal, bakanlık onay ve destekli ürünler ile yaşamınıza sağlık, enerji, kalite ve değer katar, yaşam kalitenizi yükseltir. 

Dünyamızın gelecek nesillerin bir emaneti olduğunun bilinci ve sorumluluğunu taşımaktayız. Çevreye ve doğaya saygı ise temel önceliğimizdir.

manipülasyon

Vitamin ve mineral kaynaklı takviye edici gıdalar; tek başlarına veya kombine olarak kullanılabilen, kapsül, tablet, toz, solüsyon vb. şeklinde satılan konsantre formda kaynaklardır.

5996 sayılı Kanun kapsamında Gıda terimi “doğrudan insan tüketimine sunulmayan canlı hayvanlar, yem, hasat edilmemiş bitkiler, tedavi amaçlı kullanılan tıbbî ürünler, kozmetikler, tütün ve tütün mamulleri, narkotik veya psikotropik maddeler ile kalıntı ve bulaşanlar hariç, insanlar tarafından yenilen, içilen veya yenilmesi, içilmesi beklenen işlenmiş, kısmen işlenmiş veya işlenmemiş her türlü madde veya ürün, içki, sakız ile gıdanın üretimi, hazırlanması veya muameleye tâbi tutulması sırasında kullanılan su veya herhangi bir maddeyi” şeklinde tanımlanmıştır.

Aynı Kanunda takviye edici gıdalar ise; “normal beslenmeyi takviye etmek amacıyla, vitamin, mineral, protein, karbonhidrat, lif, yağ asidi, amino asit gibi besin öğelerinin veya bunların dışında besleyici veya fizyolojik etkileri bulunan bitki, bitkisel ve hayvansal kaynaklı maddeler, biyoaktif maddeler ve benzeri maddelerin konsantre veya ekstraktlarının tek başına veya karışımlarının, kapsül, tablet, pastil, tek kullanımlık toz paket, sıvı ampul, damlalıklı şişe ve diğer benzeri sıvı veya toz formlarda hazırlanarak günlük alım dozu belirlenmiş ürünler” şeklinde ifade edilmiştir.

Bu iki tanımdan yola çıkılarak supleman, beslenme desteği olarak da ifade edilebilen gıda takviyeleri vitamin ve minerallerin yüksek dozlara karşılık gelen miktarlarının hap, kapsül, şurup şeklinde kullanılabilir formları olarak tanımlanmakta ve beslenmede yer alan gıdalara ek anlamına gelmektedir. Besin destekleri genel olarak; vitaminler, mineraller, aminoasitler, esansiyel yağ asitleri, posa, çeşitli bitkiler ve bunların ekstrelerini de kapsayan geniş bir yelpazeye sahiptir.

Vitamin ve mineral kaynaklı takviye edici gıdalar; tek başlarına veya kombine olarak kullanılabilen, kapsül, tablet, toz, solüsyon vb. şeklinde satılan konsantre formda kaynaklardır. Bunlar küçük birim miktarlarda (doz) alınmak üzere tasarlanmış olup, alışılmış besin şeklinde değillerdir. Bunların kullanım amacı gündelik hayattaki beslenme ile alınamayan veya alımı yeterli olmayan vitamin ve minerallerin takviye ya da destekleyici olarak alınmasıdır. Beslenme sorunlarının tedavisi ve önlenmesi amacıyla diyetin desteklenmesi ve besinlerin zenginleştirilmesi, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde yaygın olarak kullanılan girişimsel (müdahale) yöntemlerdir.

Takviye edici gıdalar, bireye yönelik bir uygulama olup bireylerdeki beslenme veya bireyin yeterli miktarda besinsel öğelerden faydalanamaması sonucu oluşan eksikliğe göre kullanılmaktadır. Takviye edici gıdalar, vitamin, mineral, posa, aminoasitler, fitokimyasallar, otlar ve botanik ürünleri kapsar. Supleman olarak sunulan besin ögelerinin çoğu, günlük diyette doğal olarak bulunmaktadır. Ancak besin destekleri, besin ögelerini yüksek miktarlarda vücuda sağlayan, konsantre ve ekstrakte edilmiş bileşiklerdir. Araştırmalar, en çok kullanılan besin desteklerinin; mineral içeren veya içermeyen multivitamin besin destekleri/suplemanları olduğuna işaret etmektedir.

Vitamin ve mineraller yaşam için hayati olup, gerektiğinde takviye amaçlı kullanılmaları özellikle belirli yaş ve sağlık durumunda olan bireyler için sağlık açısından gereklidir. Özellikle Avrupa ve Amerika’da, bitkisel besin destek ürünleri yoğun olarak kullanılmakta ve insanların sağlığına pozitif etki yapmakta, kendilerini zinde, iyi ve sağlıklı hissetmelerini sağlamaktadır. Böylece daha sağlıklı bir toplum oluşmakta, insanlar daha zor hastalanmakta veya hastalıkları daha hafif atlatmaktadırlar. Böylece hem toplumda iş kaybı önlenmekte hem de devletlerin ilaç harcamaları azalmaktadır.

Bir çok besin destek ürününün (D Vitamini, kalsiyum, balık yağı) güçlü destekleyici bilimsel kanıtları mevcuttur. Özellikle multivitaminler, yaşlılar ile gerekli demir ve folik asit seviyesine erişmek isteyen üreme dönemindeki kadınlar için gereklidir. Öte yandan egzotik meyve suları, bitkiler ve karışımlar da besin destek ürünleri arasında sayılmaktadır. Bu ürünler pazarlanırken vücut ve sağlık için faydalı olduklarına dair, antioksidan, detoks ürünü, bağışıklık güçlendirici, kilo vermeye faydalı gibi çok sayıda iddia kullanılmaktadır.

Gıda takviyelerinin ilaç olarak değerlendirilmemesi gerektiği ancak doğru kişi tarafından önerildiğinde ve doğru şekilde tüketildiğinde bireyin sağlığını olumlu yönde etkilediği bilinmektedir. Gıdaların ve bileşenlerinin fonksiyonel özellikleri gıda takviyelerinin kullanımını teşvik etmiş ve günümüzde sağlığın korunması açısından gerekli hale gelmiştir. Günümüzde yanlış ve yetersiz beslenme ya da tüketilen üründen gereken faydanın sağlanamaması gibi problemler gıdaların doğru ve dozunda tüketilmemesinden kaynaklanmaktadır.

Bireylerin sağlıklı olabilmesi için gerekli bileşenler (vitamin, mineral vb.) farklı sebeplerden dolayı artık gıdalardan sağlanamamakta ve bunun sonucunda takviye edici gıdalara eğilim artmaktadır. Günümüzde, gıdaların fonksiyonel özellikleri (antioksidan, besinsel lif, aminoasit vb.) gıda takviyeleri sektöründe yeni ürünlerin gelişimine olanak sağlamakta ve bu takviyelere ihtiyaç duyan bireylerin gereksinimleri karşılanabilmektedir.

Vitaminler doğal olarak besinler içerisinde yer alan, büyük çoğunluğu ile dış kaynaklı, büyüme, çoğalma ve sağlığın devamı için gerekli olan ve az miktarları ile etki yapan organik bileşiklerdir.

20. yüzyılın başlında karbonhidratlar, proteinler ve yağlar birincil besin öğeleri olarak tanımlandı. Deney hayvanlarında sadece, protein, karbohidrat ve lipidlerden oluşan bir besin rejimi uygulandığında bu hayvanların yeterli bir şekilde gelişmedikleri ve sağlıklı bir görüntü içinde olmadıkları gözlemi yapıldı. Bu durum, vitamin diye adlandırılan bazı besin faktörlerinin adı geçen besin maddeleri içerisinde bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Bu sayede de vitaminlerin temel besinler ile birlikte vücut için eşit derecede önemli olduğu anlaşıldı.

Bir besin faktörü yokluğu nedeni ile Uzak Şarkta Java’da yaşayan yerlilerde Beriberi hastalığının meydana geldiği gözlemini yapan ilk araştırıcı Hollandalı hekim Grijns (1901) olmuştur. Ancak bilinen üç çeşit besin maddesinin dışında vazgeçilmez bazı besin faktörlerinin de bulunduğunun farkına ancak 20. Yüzyılın başlarında varılmıştır.

Besinler içerisinde bulunmaması halinde Beriberi hastalığının meydana gelmesine sebep olan besin faktörünün Tiamin olduğunu bulan araştırıcı, 1912 yılında pirinç kabuğundan bu vitamini izole etmeyi başaran Polonyalı Kimyacı Casimir Funk olmuştur. Tiaminin azot ihtiva etmesi dolayısıyla bu maddeye Latince “Yaşam” anlamındaki “Vita” teriminden türetilen ve genel olarak hayat veren azotlu madde anlamına gelmek üzere “Vitamine” adını veren de yine Casimir Funk’ tur. Ayrıca Fransızcada “Vitamine” canlılar için hayati önemi olan bir dizi kimyasal bileşiğin ortak adı olarak da anlamlandırılmaktadır.

Tüm vitaminlerin amin yapıda olmadığının anlaşılmasının ardından amine kelimesi sonundaki “e ” eki atılarak “Vitamin” bütün diğer besinsel faktörler için de kullanılan bir terim halini almıştır.

Vitaminler doğal olarak besinler içerisinde yer alan, büyük çoğunluğu ile dış kaynaklı, büyüme, çoğalma ve sağlığın devamı için gerekli olan ve az miktarları ile etki yapan organik bileşiklerdir. Genellikle ısıya dayanıklı maddelerdir. Parenteral yoldan veya sindirim kanalı ile vücuda dahil olabilirler.

Vitaminler, vücut tarafından yeterli miktarlarda sentezlenemeyen veya üretilemeyen ve dolayısıyla besinlerden veya takviye edici gıdalardan sağlanması gereken bileşiklerdir. Yağda çözünen ve suda çözünen vitaminler olarak iki ana sınıfa ayrılmış olan 14 temel bileşiği içerir.

 

Yağda Çözünen Vitaminler


a ) Vitamin A (Retinol)
b ) Vitamin D (Kolikalsiferol)
c ) Vitamin E (Tokoferol)
d ) Vitamin K

 

 

Suda Çözünen Vitaminler


a ) Vitamin B1 (Tiamin)
b ) Vitamin B2 (Riboflavin)
c ) Vitamin B3 (Niasin)
d ) Vitamin B5 (Pantotenik Asit)
e ) Vitamin B6 (Pridoksin)
f ) Vitamin B7 (Biyotin)
g ) Vitamin B9 (Folat)
h ) Vitamin B12 (Kobalamin)
i ) Vitamin C (Askorbik Asit)

 

Yağda çözünen vitaminler, alifatik ve aromatik yan zincirler bakımından zengindir. Lipofilik, hidrofobik yapılarından dolayı sadece lipitlerde ve yağlarda çözünürler. Birincil olarak non-polar yapıdadırlar ve daha az hidroksil grupları vardır. Genellikle lipofilik yapılarından dolayı kanda lipoproteinler aracılığı ile yani şilomikronlar vasıtasıyla taşınmaları gerekir. Yağda çözünen vitaminler besinlerdeki lipitler ile birlikte bağırsaklardan emilir.

Yağda çözünen vitaminlerin aksine, suda çözünen vitaminlerin yapılarında daha fazla hidroksil ve nitrojen bulunmakta, bu da onların daha fazla hidrojen bağı oluşturmalarına ve doğada polar olmalarına olanak sağlamaktadır. Bu nedenle suda çözünen vitaminler suda çözünürler. Bitki ve mikroorganizmalar tarafında sentezlenirler. Hayvanlar, doku ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda çoğu zaman senteleyemezler. Memeli canlılarda depo edilme düzeyleri çok düşüktür. Bu sebeple sürekli besinin sıvı ve gastrointestinal kanaldaki mikrooganizmalar tarafından temin edilmeleri gerekir. Kompleks yapısından dolayı B12 Vitamini dışında suda çözünen vitaminler genellikle fazla olduğunda vücuttan idrarla atılır.

Bununla birlikte, yağda çözünen vitaminler fazla miktarda olduğunda genellikle yağlı dokularda ve karaciğerde depolanır ve bu nedenle fazla alındığında zarar verebilir.

Hem yağda hem de suda çözünen vitaminler, yaşamsal reaksiyonları yönetmede önemli işlevlere sahiptir ve koenzimler, antioksidanlar ve hormonlar için öncül olarak hareket ederek vücudun metabolizmasını sürdürme işlevine sahiptirler.

Vitamin ve mineral yetersizlikleri (VMY) (mikronutrien malnutrisyonu) dünyada, gelişmekte olan ülkelerde önemli bir halk sağlığı sorunu olduğu kadar, gelişmiş ülkelerde de yaygın olarak görülmektedir. Ülkemizde de vitamin ve mineral yetersizlikleri önemli halk sağlığı sorunlarındandır. Vitamin ve mineral yetersizlikleri insan sağlığını, ülkenin ekonomik gelişimini etkilemekte, önemli sağlık sorunlarına yol açmakta, insan gücü ve ekonomik kayıplara neden olmaktadır. Vitamin mineral yetersizliklerine, tüm yaş gruplarında rastlanabilir.

 

Genel olarak yeterli ve dengeli beslenen yetişkinler vitamin ve mineral desteğine ihtiyaç duymazlar. Ancak;

 

1. Düşük enerji içeren diyet tüketenler,

2.Yeterli ve dengeli beslenmeyi sağlayamayanlar (psikolojik ya da ekonomik nedenlerden dolayı),

3. Vejetaryenler (özellikle hiçbir hayvansal gıda tüketmeyen veganlar),

4. Demir yetersizliği anemisi olanlar,

5. Bebek (D vitamini yetersizliğinin önlenmesi) ve çocuklar,

6. Bebeklerin ilk altı aylık dönemde tek başına anne sütü ile beslenmemiş olması ve altıncı aydan sonra uygun tamamlayıcı besinlere başlanmamayan bebekler,

7. Gebe ve emzikli kadınlar (Demir, folat, B12 vitamini vb.),

8. Menapoz sonrası kemik kaybı fazla olan kadınlar,

9. Yaşlılar,

10. Uzun süre ilaç kullananlar (antasitler, antibiyotikler, laksatifler, diüretikler),

11. Besin alımını engelleyen alerjik hastalıkları olanlar,

12. Bir hastalığa bağlı beslenme (nutrisyon) tedavisi alanlar,

13. Diyaliz tedavisi gören hastalar,

14. Enfeskiyonlar veya parazitik organizmaların bulunduğu bireyler,

15. Besinlerin emilimine ait problemlerin varlığı veya bu bozukluğa sebep olacak hastalıklara sahip bireyler,

Gibi birçok nedenle sağlıklı da olsa bazı özel durumları olan bireylerin gıda takviyelerini kullanması

Vitaminler, vücudumuzun hücreleri tarafından uygun büyüme, gelişme, eksiklik bozuklukları gibi hastalıkların önlenmesi ve bağışıklık sistemi etkinliğinin artırılması için kullanılan hayati organik besin maddeleridir. Bağışıklık, biyolojik sistemlerdeki enfeksiyonlara, hastalıklara veya diğer istenmeyen biyolojik istilalara ve otoimmün hastalıklara karşı savaşan doğal savunma mekanizmasıdır.

Bağışıklık, cilt, hücresel tepki ve humoral bağışıklık tepkisi gibi üç ana özelliği ile yaşama koruma sağlar. Yetersiz beslenen bireylerin enfeksiyonlara daha duyarlı olduğu ve proteinler, lipitler ve karbonhidratlar gibi makro besinlerdeki eksikliklerden kaynaklanan bazı hastalıklar uzun zamandır bilinmektedir.

Vitaminler vücudumuzda farklı işlevler yerine getirir ve patojenlere karşı bağışıklık tepkisini artırmak bunlardan biridir. Daha yakın zamanlarda, çeşitli vitaminler ve mineraller gibi mikro besinlerin, belirli enfeksiyonlara, iltihaplanmalara ve muhtemelen bazı kanserlere karşı korumak için bağışıklık sistemini güçlendirmede önemli rol oynadığı ortaya çıktı.

Yeterli miktarda mikro besin, özellikle vitamin alımı gereklidir ve sağlıklı bağışıklık sistemi ve optimal işlevselliği için zorunlu kabul edilir. Genel popülasyonda bağışıklık fonksiyonlarında bireyler arası farklılıklar mevcuttur; bu farklılıklar yaş, cinsiyet, egzersiz seviyesi, sigara, alkol tüketimi, stres, adet döngüsü, obezite, diyet ve benzerlerinden etkilenir.

Bağışıklık sisteminin etkinliği, büyük ölçüde bireyin beslenme durumuna bağlıdır. Yetersiz makro besin ve / veya mikro besin alımından kaynaklanan yetersiz beslenme, doğuştan gelen bağışıklık konakçı korumasını baskılayabilir.

Bağışıklık yeterliliğini sürdürmek için gerekli olan belirli vitamin, mineral ve eser elementlerin rolü kanıtlanmıştır. Bunlar arasında A, C, D ve E vitaminleri; folik asit; B6 ve B12 vitaminleri; beta karoten; Demir; riboflavin; selenyum; ve çinko yer almaktadır. Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi için C vitamini, D vitamini ve çinkonun rolü güçlü bir şekilde onaylanmış ve bağışıklık sistemi gücü üzerinde önemli faktörler olarak bildirilmiştir. Bağışıklık fonksiyonu ve enfeksiyona karşı direnci arttırır.

Bu mikro besinlerin yeterli miktarları bağışıklık hücrelerindeki antioksidan / oksidan dengesini korurken ve onları oksidatif stresten korurken, bazı mikro besinlerin aşırı miktarlarının da

C Vitamini

 

L-askorbik asit olarak da bilinen C vitamini, bazı gıdalarda doğal olarak bulunan, ve besin takviyesi olarak da bulunan suda çözünür bir vitamindir. Çoğu hayvanın aksine, insanlar C vitaminini endojen olarak sentezleyemezler, bu nedenle beslenme için gerekli bir bileşendir. C vitamininin faydaları arasında bağışıklık sistemi eksikliklerine, kardiyovasküler hastalıklara, doğum öncesi sağlık sorunlarına, göz hastalıklarına ve hatta cilt kırışıklıklarına karşı koruma yer alabilir.

C vitamini en iyi olarak, antioksidan özellikleri, zararlı reaktif oksijen türlerini temizleyebilmesi ve böylece vücudun hücrelerini ve dokularını oksidatif hasar ve işlev bozukluğundan koruyabilmesi ile bilinir. Bununla birlikte, vitaminin vücutta pek çok başka önemli işlevi de vardır ve bunların çoğunun sağlıklı bağışıklık işlevini desteklediği bilinmektedir.

 

D Vitamini

 

D vitamini, D2 vitamini ve D3 vitamini içeren iki ana gruptan oluşur. D2 vitamini yaygın olarak ergokalsiferol ve D3 kolekalsiferol olarak bilinir. Bunlar çoğunlukla kemiklerde ve dişlerde bulunur ve bunların korunmasına yardımcı olur. Doğada bulunan D vitamininin ortak kaynağı güneş ışığıdır. Vücuttaki bu vitaminin daha düşük konsantrasyonlarının enfeksiyon oranlarında artışa neden olduğu ve raşitizm ve diğer kemik ve eklem rahatsızlıklarının yanı sıra, bu vitaminin eksikliği mikrobiyal enfeksiyonlar, kanserler ve kalp nedeniyle ölüm oranlarının artmasına yol açmıştır.

İnsanlarda her iki vitamin türü (D2 ve D3) kullanılır, ancak vitamin D3, güneş ışığından gelen ultraviyole radyasyonların varlığında insan hücreleri tarafından doğal olarak üretilirken ergokalsiferol veya D2 vitamini insanlarda sentezlenmez, bitkilerde sentezlenir ve ayrıca kullanılabilir. D3 vitamini, insan immün yanıtını düzenlemede önemli bir rol oynar. Aynı zamanda bağışıklık tepkisini düzenleyebilirler ve ayrıca insan vücudunun doğuştan gelen ve adaptif bağışıklığını düzenleyebilirler, iltihaplanma ve iltihaplanma nedeniyle oluşan diyabet gibi diğer kronik hastalıkların üstesinden gelmek için de önemlidir.

Obezite, esas olarak iltihaplanmadan kaynaklanır ve yaygın olarak tip II diyabet olan diyabettir.

D vitamini ayrıca kronik hastalık gelişimine yol açabilecek iltihaplanmalara etki eder ve modüle eder. D vitamininin kemik metabolizması ve kalsiyum homeostazı üzerindeki etkileri uzun zamandır bilinmektedir. Ortaya çıkan kanıtlar, D vitamininin hem doğuştan hem de hücre aracılı bağışıklık sistemlerinde rol oynayan kritik bir bağışıklık düzenleyicisi olduğunu göstermektedir.

D vitamini eksikliğinin, birkaç bağışıklık aracılı hastalık, enfeksiyona yatkınlık ve kansere bağlı olduğu bulunmuştur. Son zamanlarda, D vitamini ile astım arasındaki olası bağlantıya ilgi artmaktadır. D vitamininin akciğer gelişimi ve bağışıklık sistemi işlevindeki rolünün daha fazla aydınlatılması, astımın önlenmesi ve tedavisi için derin etkilere sahip olabilir.

Vitamin ve mineral takviyeleri bağışıklık sisteminin normal fonksiyonlarını destekleyen besinler içerirler. Eğer vücudunuzda selenyum, çinko, A, B, B12, C, D, E ve K gibi bağışıklık sistemini güçlendiren vitaminlerin ve minerallerin eksikliği varsa kontrollü olarak takviye bir ürün kullanılabilir.Tüm vitamin ve minerallerin yeterli miktarda tüketimi, sağlıklı bir yaşam sürmek için olmazsa olmazdır. Ancak konu bağışıklık sistemi olduğunda bazı vitamin ve mineraller biraz daha öne çıkar.

 

Bunlar:

 

 

C vitamini:

Antioksidan etkisiyle birlikte bağışıklık sistemi için en önemli vitaminlerden biridir. Suda çözünen vitamindir ve depolanmaz. Günlük yeterli miktarda yemeniz gereklidir. Genelde portakal, limon gibi meyvelerde bolca olduğu bilinir ve doğrudur. Ama C vitaminin tek kaynağı bu meyveler değildir. Ispanak, lahana gibi yapraklı sebzelerde ve çilek gibi bazı meyvelerde de bolca bulunur.

 

 

E vitamini:

Oldukça güçlü antioksidan etkisi vardır. Enfeksiyonlara karşı direnç sağlar.

 

 

A vitamini:

Karotenoid adı verilen pigmentin bulunduğu havuç, bal kabağı gibi bitkilerde bulunur. Vücuda alınan karotenoidler antioksidan etkisi olan Vitamin A’ya dönüştürülür.

 

 

D vitamini:

Kırmızı et, balık, süt ve süt ürünleri, tahıllar D vitamini için iyi kaynaklardır. Besinlerle dışarıdan alınabileceği gibi güneş ışığı etkisiyle insan vücudunda da sentezlenebilir. D vitamininin besin yoluyla emilimi yeterine etkili olmayabilir. Bu yüzden vücutta üretim önem kazanmaktadır. Güneş ışığından yeterine faydalanamayan, D vitamini üretme kapasitesi düşük kişilerde takviye gündeme gelebilir. Özellikle büyüme ve gelişme için çok önemli bir vitamin olduğundan büyüme çağındaki çocukların yeterince D vitamini alıyor olması gerekir.

 

 

Folik asit:

Taneli tahıllar ve yeşil yapraklı sebzeler folik asitten zengindir.

 

 

Demir:

Hemoglobinin de yapısında bulunan demir, vücutta oksijen taşınmasını sağlar.

 

 

Selenyum:

Özellikle bağışıklık sisteminin aşırı aktif olmasını engeller.

 

 

Çinko:

İnflamasyonu sınırlandırıcı özelliği vardır.

 

Gerekli olan bu vitamin ve mineraller, dengeli beslenen kişilerde ek bir takviyeye ihtiyaç duymadan yiyeceklerden alınır. Ancak bazı besin gruplarını tüketmeyi tercih etmeyen kişiler takviyeye gereksinim duyabilir. Bu kişiler en yakın sağlık kuruluşuna giderek bir uzmanla görüşmeli ve uzman görüşü doğrultusunda takviye almalıdır.

Antioksidan, vücudun çevresel ve diğer basınçlara reaksiyon olarak ürettiği dengesiz moleküller ve serbest radikallerin neden olduğu hücrelerin zarar görme durumunu önleyen veya yavaşlatan maddedir. Antioksidan kaynakları doğal veya yapay olabilir. Bazı bitki bazlı gıdaların antioksidanlar açısından zengin olduğu düşünülmektedir. Bitki bazlı antioksidanlar, bir tür bitki besleyici veya bitki bazlı besinlerdir.

 

Antioksidan vitaminler nelerdir?

 

 

A vitamini:

Süt ürünleri, yumurta ve karaciğer

 

 

C vitamini:

Meyve ve sebzelerin çoğu (özellikle çilek, kiraz gibi meyveler) turunçgiller vb.

 

 

E vitamini:

Kuruyemiş ve tohumlar, ayçiçeği ve diğer bitkisel yağlar ile yeşil, yapraklı sebzeler

 

 

Beta-karoten:

Havuç, bezelye, ıspanak ve mango gibi parlak renkli meyve ve sebzeler

 

 

Likopen:

Domates ve karpuz gibi pembe ve kırmızı meyve ve sebzeler

 

 

Lutein:

Yeşil, yapraklı sebzeler, mısır, papaya ve turunçgiller

 

 

Selenyum:

Pirinç, mısır, buğday ve diğer tam tahılların yanı sıra fındık, yumurta, peynir vb.

 

Bağışıklık sistemi virüs, bakteri, mantar gibi patojenlere karşı organizmayı korur. Her zaman aktif olmasına rağmen,organizmanın patojen ile karşılaştığında bağışıklık sisteminin etkinliği artar. Bir takım vitamin ve mineraller bağışıklıksisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesine yardımcıdır. Serbest radikaller olarak adlandırılan, oldukça reaktif, potansiyelolarak zararlı molekülleri stabilize etme yeteneğine sahip moleküllere antioksidan denir.

Antioksidanların fazla miktardabulunan serbest radikallerin yükünü azaltma özelliği, vücuttaki diğer sistemlerin yanı sıra bağışıklık sistemindeki doku ve hücrelerin de yapısal bütünlüğünü korumaya yardım eder. A, C, E vitaminleri vücutta sentezlenemeyen ve D vitamini ise vücutta sentezlenmesi için güneş ışınlarına ihtiyaç duyan, bağışıklık fonsiyonunun tam olarak yerinegetirilmesinde önemli görevleri olan antioksidan özelliğe sahip esansiyel besin öğeleridir. Bu besin öğelerinin herbirinin kendine özgü işlevleri vardır.

Bağışıklık sistemi oksidatif hasara önemli derecede hassastır ve optimal fonksiyon gösterebilmeleri için antioksidanlar tarafından yeterli düzeyde korunmaya ihtiyaçları vardır. İnsan vücudunda vitaminlerin birçoğu üretilemez . Bu sebepten sağlık için gerekli olan miktar doğal besin kaynakları yoluyla alınamadığı takdirde ilave olarak alınabilmektedir.

Mikro besinler vitamin ve minerallerdir. Vücudumuz için bazı yağ asitleri ve yararlı mikroorganizmalar da gereklidir. Multivitamin ve gıda takviyeleri bağışıklık sistemini destekleyici besinler içerebilmektedir. Takviye içerikleri üründen ürüne farklılık göstermektedir.

Beslenme sağlıklı yaşam için insanın öncelikli gereksinimlerindendir. Bu nedenle, doğru beslenme bilgisine sahip olmak ve günlük yaşamda bu bilgileri doğru uygulamak, beslenmenin temel ilkelerindendir. Mikro besinler (vitaminler, mineraller, eser elementler) enerji metabolizması, hücresel büyüme ve farklılaşma, organların işlevlerini yerine getirmesi ve immün fonksiyonların düzenlenmesi gibi birçok fonksiyonda rol almaktadır. Ayrıca mikro besin öğeleri insan metabolizmasını doğrudan veya dolaylı olarak intestinal mikrobiyota aracılığıyla etkilemektedir. Vitaminler canlı hücrelerde yaşamsal ve biyokimyasal reaksiyonların düzenlenmesi için enzimlerin öncüleri olarak rol alan temel mikro besin öğeleri olup çoğu organizma tarafından sentezlenememektedir. Canlılar için elzem olan vitaminler diyet yoluyla karşılanmalıdır.

 

Mikro Besinlerin Bağışıklık Sistemindeki Önemi

 

Mikro besinler yaşam evresinden bağımsız olarak, bağışıklık sistemi için hayati rolleri bulunmaktadır. Mikro besin eksikliği veya yetersiz alımı, dünya çapında yaygın olarak kabul edilen beslenme sorunlarından birisidir. Bazı mikro besinlerin çocukluk, yaşlılık gibi hayatın farklı dönemlerinde veya kronik rahatsızlık, obezite gibi hastalıklı bireylerde yetersiz olma olasılığı daha yüksektir. Bağışıklık sisteminin etkinliğini sürdürmek için en çok ihtiyaç duyulanların mikro besinler A, C, D, E, B2, B6 ve B12 vitaminleri, folik asit, beta karoten, demir, selenyum, çinko olarak bildirilmektedir. Yetersiz mikro besin alımı, bağışıklık sistemi içindeki çeşitli fonksiyonları etkiler, enfeksiyonlara karşı direncin azalması ve semptomların şiddetinde bir artışa neden olabilir.

Antioksidan özelliği çok uzun süredir tanımlanmış olan A, C, E, vitaminlerinin radikalleri temizleme, reaksiyonları durdurma veya baskılama, doku hasarlarını onarma, enzim kinaz kaçaklarını önleme, antioksidan kapasiteyi artırma, antioksidan aktiviteyi güçlendirme gibi yolları kullanarak oksidan-antioksidan dengeyi nasıl korudukları artık iyi bilinmektedir. Tüm vitaminler birer antioksidan kabul edilmekle birlikte, antioksidan etkileri yaygın olarak bilinen vitaminler C ve E vitaminleridir. Antioksidan vitamin, metabolik oksidasyonu engelleyen ve bağışıklık sistemini güçlendiren vitamindir. A vitamini ön maddesi ß karoten de kuvvetli bir antioksidan olduğundan A, E ve C vitaminleri üçlüsü antioksidan vitaminler olarak bilinir. E vitamini, yağda çözünen önemli bir antioksidandır. Hücre zarları ve lipo proteinlerde önemli antioksidan işlevler görmektedir. Yağda erimesi nedeniyle hücrelere kolayca girer ve vücutta birikir, hücrelerde gelişim sağlar. K vitamininin metabolik ürünlerinin antioksidan etkisi, vücut sıvılarında vitamin E’ye eş bir antioksidan güce sahip olduğu ifade edilmektedir.

Düşük C vitamini durumu, pnömoni gibi enfeksiyonlara duyarlılığı artırabilir. Çünkü C vitamini gibi düşük antioksidan düzeyleri pnömonide gözlenen oksidatif stresi karşılayamaz. Patojenlere karşı bağışıklık yanıtı sırasında artan ROS (Reaktif oksijen türleri, Reactive Oxygen Species) üretimi, C vitamini seviyelerini daha da düşürebilir. Bunu dengelemek için C vitamini takviyesine ihtiyaç duyulabilir. D vitamini eksikliği, muhtemelen bağışıklık sistemi boyunca bulunan D vitamini reseptörlerinin aktivitesi ile ilişkili enfeksiyon ve multiple skleroz ve diyabet gibi oto-immün hastalıklar riskini artırabilir.

İnsan vücudunun %4 – 5’ i minerallerden oluşmuş olup, yaklaşık 16 – 20 mineralin insan beslenmesinde elzem olduğu kabul görmektedir. Bu minerallere örnek vermek gerekirse; kalsiyum, fosfor, potasyum, sodyum, klor, sülfür, magnezyum, iyot, molibden, kobalt ve kromdur. Bunlardan bazıları makro mineraller, bazıları da diğer mikro mineraller yada eser elementler olarak sınıflandırılırlar. Vitaminler vücut çalışmasındaki fonksiyonları biyokimyasal tepkimelerin düzenlenmesi ile ilgilidir. Bazıları koenzim, bazıları da hormonlara benzer etki gösterirler. Bu nedenle, herhangi biri alınmadığında o vitaminin yardımcı olduğu kimyasal tepkime yürüyemeyeceğinden büyümede ve organizmadaki fonksiyonlarında aksamalar olabilmektedir.

Çinko (Zn) vücudumuz için en önemli eser elementlerden biridir ve mikroorganizmaların, bitkilerin ve hayvanların büyümesi ve gelişmesi için vazgeçilmezdir. Tüm vücut dokularında ve salgılarında göreceli olarak yüksek konsantrasyonlarda bulunur, ancak tüm vücuttaki çinkonun % 85’i kas ve kemiklerde, % 11’i cilt, karaciğer, prostat ve gözün bölümlerinde yüksek konsantrasyonlarda, ve kalanı tüm dokularda bulunur. Yetişkin vücudundaki ortalama Zn miktarı yaklaşık 1.4-2.3 g’dir. Demirden sonra canlı organizmalarda en çok bulunan ikinci geçiş metali iyonudur. Çinko, 300’den fazla enzimin çalışmasına etkili olan tek metaldir. Çinko, doğal ve kazanılmış bağışıklık yanıtların düzenlenmesinde rol oynayan temel bir mikro besindir.

Çinko eksikliğinin ana nedeni yetersiz beslenmedir. Çinko vücutta pek çok temel fizyolojik fonksiyonda yer alır ve eksikliği ciddi hastalıklara yol acar. 300’den fazla enzim ve 1000’den fazla transkripsiyon faktörü fonskiyon gösterebilmek için çinkoya ihtiyaç duyar. Çinko yüksek proliferatif kapasiteye sahip immun sistem hücreleri için elzemdir ve hem doğuştan hem de adaptif immunite fonksiyonlarını etkilemektedir. Çinko eksikliği sitokinin üretimini değiştirerek timik atrofiyi artırabilir, lenfosit sayısını ve aktivitesini azaltabilir, oksidatif stres ve inflamasyonu artırabilir ve bundan dolayı, her türlü enfeksiyon (bakteriyel, viral ve mantar), özellikle de ishal ve zatürre riski artabilir.

Bağışıklık sistemi yaşam seyri üzerinde birçok değişikliğe uğrar çocukluk döneminde gelişir ve olgunlaşır, erken yetişkinlikte potansiyel olarak en yüksek işleve ulaşır ve yaşlılıkta çoğu insanda giderek azalır. Çoklu mikro besin eksiklikleri tüm dünyada yaygındır ve yaşla birlikte olasılığı artmaktadır. Her yaş grubunun özel ihtiyaçlarına göre uyarlanmış takviye, optimal bağışıklık fonksiyonu için yeterli bir temel sağlamaya yardımcı olabilir. Mevcut klinik veriler, mikro besin takviyesinin enfeksiyon riskini ve şiddetini azaltabildiğini ve daha hızlı bir iyileşmeyi desteklediğini göstermektedir. Bununla birlikte, mikro besin takviyesinin bağışıklık fonksiyonları ve klinik sonuçlar

Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilmesine neden olan ve Türkiye’de de yayılmaya başlayan coronavirüse karşı kendinizi ve sevdiklerinizi korumak için yapabileceğimiz en önemli şeylerden biri de, Sağlık Bakanlığı’nın belirttiği gibi bağışıklık sisteminizi güçlü tutmaktır. Sağlıklı yaşamaya her zamankinden daha fazla özen gösterilmesi gereken bu dönemde dengeli beslenmek ve bağışıklık sistemini güçlendirici besinleri tüketmek de önem taşır.

 

Bağışıklık sistemi nedir ve nasıl çalışır?

 

Bağışıklık sistemi veya immün sistem, bir canlıdaki hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan, patojenleri ve tümör hücrelerini tanıyıp onları yok eden, vücudu yabancı ve zararlı maddelerden koruyan karmaşık bir sistemdir. Kısacası vücudu hastalıklara karşı koruyan bir savunma kalkanıdır.

Bağışıklık sistemi bir patojenle temas ettiğinde, bağışıklık tepkisini tetikler. Bağışıklık sistemi, patojenler üzerindeki antijenlere yapışan ve onları öldüren antikorları serbest bırakır. Vücuda girmeye çalışan tüm maddeleri tanır, ayrıştırır ve zararlı gördüklerini yok eder.

Doğum ile birlikte aktif hale gelen bağışıklık sistemi zayıfladığında insanın hastalığa yakalanma riski de aynı oranda artar. Bağışıklık sistemindeki zayıflığı fırsat bilen virüs ve mikroplar ise vücuda akın ederek hastalıklara yol açar. Enfeksiyonlar gelişir. Enfeksiyonlar bağışıklık sisteminin daha da zayıflamasına yol açar. Vücudun hastalıklara yakalanma riskini en aza indirmek için bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekir. Bu sayede vücut hastalıklara karşı tekrar direnç kazanır.

 

Bağışıklık sistemi nasıl güçlenir?

 

Bağışıklık sistemini güçlendirmek için farklı yollar mevcuttur. Bağışıklık sistemini destekleyen besinler ile beslenmek, uyku düzeni ve genel sağlığa dikkat etmek, egzersiz yapmak, bağışıklık sistemini güçlendiren ilaçlar ve bağışıklık sistemini güçlendiren takviyeler kullanmak ilk akla gelen öneriler arasında yer almaktadır. Fakat bu bağışıklık sistemini güçlendiren ilaçları ve takviyeleri bir uzmana danışarak kullanmak gereklidir.

Bizi hastalıklara karşı koruyan “Bağışıklık sistemi nasıl koruyabiliriz? ” Sizin için bir araya getirdiğimiz 7 maddeyi hayatınızın bir parçası haline getirerek bağışıklık sistemini korumak ve güçlendirmek için bir adım atabilirsiniz.

 

Düzenli egzersiz yapın

 

Sağlıklı yaşamın temellerinden biri olan düzenli egzersiz sadece kilo kontrolü için yapılan bir uygulama değildir. Düzenli egzersizin kalp damar sağlığını koruduğu, hafif şiddetli depresyona iyi geldiği ve bağışıklık sistemini güçlendirdiği birçok çalışma ile kanıtlandı.

Ayrıca düzenli egzersiz ile kalp, damarlar ve kandan oluşan dolaşım sistemini destekleyebilirsiniz. Çünkü etkili bir dolaşım, hücrelerin yaşamsal fonksiyonu için gerekli olan oksijen ve besinlerin düzgün bir şekilde iletilmesini sağlar.

İmmün sisteminin korunması için kullanılan takviyeler genel olarak aşağıdaki üç bağışıklık sürecinde görev alır.

 

Takviyeler kullanın

 

Oksidatif hasara karşı koruma: Önerilen takviyeler; C ve E vitaminleri, demir, çinko, bakır, selenyum.

Hücrelere zarar veren ve çalışmalarına engel olan maddelere oksidan maddeler adı verilir. Oksidan maddelere uzun süreli maruz kalan bağışıklık sistemi hücreleri yeteri kadar çalışamaz ve hastalıklara yakalanma riski artar. Yukarıda adı geçen vitaminler ve mineraller bağışıklık sistemi hücrelerini korur, oksidatif hasarı kontrol altında tutar.

Hücre çoğalmasına destek: Önerilen takviyeler; A, D, B6, B12 Vitaminleri, folik asit, çinko ve demir.

Hücre çoğalmasının desteklenmesi, bir mikroorganizmanın vücuda girdiğinde beklenilen yanıtı en hızlı şekilde verebilmesini sağlar. Adı geçen vitaminler ve mineraller, hücrelerin üretilmesi ve olgunlaşmasına yardımcı olur. İnflamasyon (Yangısal Süreç) yönetimi. Önerilen takviyeler: EPA ve DHA

Vücutta inflamasyonun başlaması herhangi bir mikroorganizmanın girdiğini ya da vücutta herhangi bir hasarın olduğunu gösterir. İnflamasyon bağışıklık yanıtının bir parçasıdır ve bu açıdan faydalıdır. İnflamasyon süreci ile bağışıklık sistemi hücreleri gerekli dokulara ulaşır. Vücut sinyalleri alıp yabancı maddeyi ortadan kaldırdıktan sonra ise inflamasyon sürecinin baskılanması gerekir çünkü sürekli inflamasyonun olması vücutta dokulara hasar verebilir. İşte bu noktada antiinflamatuar yani inflamasyonu baskılama özellikleri olan EPA ve DHA gibi yağ asitlerinin alınması önerilir ve yangısal sürecin kontrolü sağlanır.

 

Uyku düzeninizi iyileştirin

 

Az uyumaya bağlı olarak vücutta sitokin denen maddelerin miktarında azalma olur. Sitokinler uyku sırasında bağışıklık sistemi tarafından üretilen maddelerdir ve koruyucu protein olarak bilinir. Araştırmalar kaliteli uyku uyumayan bireylerin, mikroorganizmalara maruz kaldıktan sonra daha çabuk hastalanabildiğini ve iyileşme süresinin daha uzun sürdüğünü gösterir. Uzun süreli uykusuzluk yaşayan bireylerde bağışıklık sisteminin zayıflamasının yanı sıra kalp damar hastalıkları ve diyabet gibi kronik hastalıkların görülme oranında artış da olabilir. Ortalama olarak her gün yetişkinlerin 7-8 saat, çocukların 9-10 saat uyuması önerilir.

 

Stresi daha iyi yönetin

 

Yoğun strese maruz kalmak, depresif duygu duruma sahip olmak ve endişelenmek gibi durumlar, vücutta kortizol hormonunun aşırı yükselmesine sebep olur. Kortizol, bağışıklık sisteminin tepkisinde önemli rol oynayan bir hormondur. Kortizol seviyeleri aşırı yükseldiğinde, dokuların hormona karşı duyarlılığı azalır, bu da bağışıklık sisteminin tepkisiz kalmasına yol açar. Böylelikle mikroorganizmalara karşı yanıt azalır.

Stresten uzak durmaya çalışmak, yoga, meditasyon, rahatlatıcı müzik gibi uygulamaları hayatın bir parçası haline getirmek stres yönetmede etkili tekniklerdir.

 

Günlük beslenme düzenine dikkat edin

 

Günlük yaşam koşuşturmacası içerisinde, genellikle beslenmemize gereken önemi vermeyiz. Oysa ki dengeli bir beslenme rutini uyguluyor olsak bile alınması gereken vitamin ve mineralleri tam alamayabiliriz.Her atlanılan öğün ise bağışıklık sisteminde zayıflamaya yol açar.

Yağsız et, yumurta, balık, deniz ürünleri, bağışıklığın desteklenmesinde önemli olan çinko ve protein açısından zenginken C, E, A vitaminlerince zengin olan fındık, turunçgil gibi gıdalara da öğünlerimizde mutlaka yer vermeliyiz. Günlük beslenme düzeninin, çeşitli meyveler, sebzeler, tahıllar, yağı azaltılmış süt ve süt ürünleri ile mutlaka zenginleştirilmesi önerilir.

 

Zararlı alışkanlıklardan uzak durun

 

Sigara kullanımı bağışıklık sistemine çift yönlü zarar verir. Bunlardan birincisi solunum yollarına zarar vererek dışarıdan gelen partiküllerin vücut içerisine girmesine sebep olmasıdır. Diğeri ise içerdiği oksidan maddeler ile bağışıklık sistemi hücrelerine zarar verip etkin bir şekilde çalışmalarını engeller. Alkol tüketimi de bağışıklık sistemini zayıflatabilir. Alkol karaciğerden metabolize olduğu için aşırı alkol tüketimi hem karaciğere zarar verir hem de bağırsağın normal florasını bozar.

 

Hijyene Dikkat Edin

 

Kişisel hijyenin yanı sıra tüketilen gıdaların temizliği de oldukça önemlidir. Meyve ve sebzelerin

Yeni koronavius hastalığı “COVID-19” dünyada birçok insanın hayatını tehdit eden ciddi bir halk sağlığı sorunu olmuştur. Bu yeni virüsten korunmada veya hastalık şiddetini hafifletmede, SARS-CoV-2 için halen spesifik bir tedavinin olmadığı da dikkate alındığında, bağışıklık sistemin aktif ve güçlü tutulması önemlidir. Beslenme ve bağışıklık arasında oldukça karmaşık ve güçlü ilişki bulunmaktadır. Epidemiyolojik ve deneysel çalışmalar beslenme, bağışıklık sistemi ve enfeksiyon üçgeninde diyet müdahalelerinin önemine işaret etmektedir. Bu süreçte makro ve mikro besin öğesi gereksinimlerini karşılayacak şekilde yeterli alımını sağlayan bir beslenme planına uyulması, diğer zorunlu tedbirler ile birlikte hastalıktan korunmada etkili olacaktır. Ayrıca hastalığın seyrine uygun olarak yapılan beslenme müdahaleleri tedavinin bir parçası olarak, iyileşme ve sağ kalım oranının artmasında potansiyel etki sağlayacaktır.

Bebekler, yaşamın ilk birkaç yılında tam olarak gelişen olgunlaşmamış bir bağışıklık sistemiyle doğarlar. Bağışıklık yeterliliği yaşla birlikte azalabilir. Yaşamın erken ve geç dönemlerinde ortaya çıkan optimal altı bağışıklık yeterliliği enfeksiyona yatkınlığı artırır. Yetersiz beslenme, bağışıklık savunmasını azaltır ve bireyi enfeksiyona karşı daha duyarlı hale getirir. Bununla birlikte, bir enfeksiyona karşı bağışıklık tepkisinin kendisi beslenme durumunu bozabilir ve vücut kompozisyonunu değiştirebilir. Pratik olarak tüm bağışıklık biçimleri protein-enerji yetersiz beslenmesinden etkilenir, ancak spesifik olmayan savunmalar ve hücre aracılı bağışıklık en ciddi şekilde etkilenir. Mikrobesin eksiklikleri bağışıklık fonksiyonunu bozar.

Çocuklarda bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi için öncelikli olarak sağlıklı beslenme, uyku, stresten uzak olmak, iyi su tüketimi ve her renkten beslenmenin çok önemli. Sarı, kırmızı, yeşil sebze ve meyve tüketimi, et, süt, yumurta tüketimi ve balık tüketimi gibi doğal ve dengeli beslenmek, bağışıklığın güçlendirilmesi için çok önemli.

Bağışıklık sisteminin regülasyonunda özellikle A, D, E ve C vitamini, niasin (B3), ve Kobalamin (B6) önemli rol oynamaktadır. Çinko, demir ve selenyum doğal ve adaptif bağışıklık tepkilerinin düzenlenmesinde rol oynayan önemli mikro besin öğeleridir. Mikro besin öğelerinin sağlıklı ve dengeli beslenme ile veya gerekirse vitamin ve mineraller ile zenginleştirilmiş öğünler veya suplementasyon yolu ile bireylere verilmesi önem arz etmektedir.

Çocuklarda bağışıklığı güçlendirmek için kontrollü olarak bağışıklık güçlendirici vitamin-mineral takviyeleri kullanılabilir. Bağışıklığı destekleyen ve zarar vermeyen ürünleri ise D vitamini (yaşa uygun dozda), C vitamini ve çinko olarak sıralayabiliriz. Ayrıca haftada 1-2 kez balık yiyorsa Omega-3 desteği de alınmasına gerek yok, ancak yemiyorsa Omega-3 desteği alınabilir. Tüm bu ek gıda ve

COVID-19’a karşı kayıtlı bir ilaç olmadığı için, bağışıklık sistemi en iyi savunmadır, çünkü vücudun patojenlere (örneğin virüsler, bakteriler, mantarlar, tek hücreliler ve solucanlar) karşı doğal savunma kabiliyetini destekler ve enfeksiyonlara direnir. Üç tür bağışıklık vardır, doğuştan gelen bağışıklık (hızlı tepki), uyarlanabilir bağışıklık (yavaş tepki) ve pasif bağışıklıktır. Pasif bağışıklığın iki türü vardır: anne tarafından alınan doğal bağışıklık ve tıptan alınan yapay bağışıklık. Deri ve inflamatuvar yanıtlar vücut etkilendiğinde başlar. Ancak vücut ilk kez mikrop veya virüsle karşılaştığında bağışıklık sistemi düzgün çalışamaz ve hastalık meydana gelebilir. Bu senaryo, COVID-19 durumunda olan şeydir. Beslenmenin bağışıklık sistemi üzerindeki etkisine ilişkin birçok rapor vardır ve A, D, C, E, B6, B12, folat, bakır, demir, çinko ve selenyumun potansiyel sinerjik ilişkilere sahip olduğu ortaya konmuştur. Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi ve aralarında C vitamini, D ve çinkonun rolü güçlü bir şekilde onaylanmış ve bağışıklık sistemi gücü üzerinde önemli faktörler olarak bildirilmiştir. Vitaminlerin COVİD-19 üzerine etkilerini araştıran çalışmalar, beslenmenin COVID-19 dâhil enfeksiyonun önlenmesinde önemli bir faktör olarak hareket edebileceği gerçeğini güçlendirmektir.

 

C Vitamini

 

C vitamininin bağışıklık özellikleri, potansiyel bir antiviral ve antikanser besin maddesi olduğu çalışmalar tarafından gün ışığına çıkarıldı. C vitamini, elektronları alıcı moleküllere veren güçlü bir indirgeyici maddedir (oksidatif redüksiyon veya redoks). Bu redoks yeteneği ile bağlantılı olarak, C vitamini bir antioksidan ve / veya enzim kofaktörü olarak işlev görebilir. Plazmada, az miktarda C vitamini, proteinleri, lipitleri, karbonhidratları ve nükleikleri koruyan enzimatik olmayan bir antioksidan görevi görür.

Kritik derecede hasta olan COVID-19 yoğun bakım ünitelerinde bulunan hastaların çoğunda düşük C vitamini ve D vitamini seviyeleri var olduğu yapılan çalışmalarda görülmektedir. Enfeksiyon sırasında, C vitamini seviyeleri azalabilir ve kişinin C vitamini gereksinimi enfeksiyonun şiddeti ile artar. Her türlü enfeksiyon sırasında C vitamini konsantrasyonları, kullanımından dolayı bağışıklık hücreleri (örn. Lökositler) hızla daha düşük konsantrasyonlara düşer ve daha sonra enfeksiyonun nedenini ortadan kaldırarak tekrar normale döner, bu da C vitamininin aktif olarak koruma vücudu savunma görevinde yer aldığını kanıtlar.

C Vitamini eksikliği nedeniyle bozulmuş bağışıklık ve enfeksiyonlara karşı daha yüksek duyarlılık bildirilmiş ve C vitamini takviyesi, COVID-19 enfeksiyonu gibi ciddi solunum yolu ve sistemik enfeksiyonların önlenmesi ve / veya tedavisinde yararlı olduğu görülmüştür. Pnömoni, gastrointestinal sistem bozuklukları ve ishal gibi enfeksiyonlar ve sıtma gibi diğer enfeksiyonlar dahil solunum sistemi enfeksiyonlarının, ortak belirtilerin azalması ve enfeksiyon süresinin kısalması ve nihayetinde özellikle çocuklarda görülme sıklığının azalması yoluyla tedavi edilmesi için yeterli C vitamini alımı tavsiye edilmiştir. C vitamini güvenli ve ucuz bir temel besindir ve bu nedenle COVID-19 üzerindeki olası etkileri, diğer birkaç potansiyelle birlikte teşvik edilmelidir.

 

D Vitamini

 

Akut solunum yolu enfeksiyonlarının önlenmesi veya tedavisinde D vitamininin potansiyel rolüne olan ilgi, 1930’lara kadar uzanıyor. 2007-2020 yılları arasında yürütülen randomize kontrollü çalışmaların meta-analizleri, D vitamininin akut solunum yolu enfeksiyonlarına karşı koruyucu etkilerini ortaya koymaktadır. Şiddetli COVID-19 risk faktörleri ile obezite, ileri yaş ve D vitamini eksikliği arasındaki çarpıcı örtüşme, bazı araştırmacıların COVID-19 için D vitamini kullanımının faydalı olabileceği görüşünü ortaya çıkarmıştır. COVID-19’un patolojisi, SARS-CoV2 ile vücut bağışıklık sistemi arasındaki karmaşık bir etkileşimi içerir. Yapılan bazı çalışmalar, zayıf yaşlı kişiler arasında, COVID-19 sırasında veya hemen öncesinde alınan D3 vitamini desteğinin daha az şiddetli COVID-19 ve daha iyi hayatta kalma oranı ile ilişkili olduğunu bildirmiştir. D3 vitamini takviyesi, insidansı çarpıcı bir şekilde artan ve şu anda tedavisi olmayan COVID-19 için etkili, erişilebilir ve iyi tolere edilen bir tedaviyi temsil edebilir. Yaşlı yetişkinleri enfeksiyon sırasında veya hemen öncesinde D3 vitamini ile desteklemenin COVID-19’u iyileştirip iyileştiremeyeceğini veya önleyebileceğini doğrulamak için daha ileri prospektif, tercihen girişimsel çalışmalara elbette ihtiyaç vardır.

 

A Vitamini

 

Yağda çözünen vitamin olan retinol, bağışıklık sisteminde, özellikle doğuştan gelen ve hücre aracılı bağışıklığın ve humoral antikor yanıtlarının düzenlenmesinde rol oynar. A vitamini eksikliğinde mukozal epitel bütünlüğü tehlikeye girer ve bu da gözlere, solunum yollarına ve gastrointestinal sistemde çeşitli patojenlerin istilasına yatkınlığa neden olabilir. Üçüncü dünya ülkelerinde, yetersiz beslenen çocuklara A vitamini verilmesi kızamığa karşı koruma sağlar ve bu virüsün neden olduğu enfeksiyondan ölümleri azaltır. Ayrıca, A vitamini takviyesinin insanlarda antikor titrelerini iyileştirdiği gösterilmiştir.

 

E Vitamini

 

E Vitamini, özellikle yaşlı yetişkinlerde sıklıkla yetersiz seviyelerde olan başka bir bağışıklık güçlendiricidir; Aslında, yaşlı yetişkinlerin üçte ikisinin düşük E vitamini düzeyine sahip olduğu tahmin edilmektedir. 400 ila 800 IU arası alımlar yaşlı yetişkinlerde enfeksiyonları önemli ölçüde azaltığı görülen çalışmalar mevcuttur.

 

Bakır

 

Bağışıklık sistemi, çeşitli işlevlerini yerine getirmek için bakıra ihtiyaç duyar. Oksidasyon-indirgeme reaksiyonları için gerekli bir kofaktördür ve bakır enzimleri, enerji üretimi, demir metabolizması, bağ dokusu olgunlaşması ve nörotransmisyon gibi çeşitli fizyolojik yolları düzenler.

 

Selenyum

 

Selenyum, doğuştan gelen ve edinilmiş bağışıklık sistemlerini etkiler. Redoks regülasyonunda ve antioksidan fonksiyonda anahtar rol oynar. AIDS hastaları için en önemli besin maddesidir. Ayrıca sitomegalovirüsün kalbe zarar veren etkilerine karşı da koruyucudur. Selenyumun antioksidan glutatyon ile sinerjik etkisi, oksidatif stres sırasında üretilen aşırı zararlı radikalleri ortadan kaldırarak koruyucu etkilerini açıklar.

 

Çinko

 

Çinko, immünolojik özellikleri nedeniyle incelenmiştir ve özellikle bağışıklık sisteminde yüksek oranda çoğalan hücreler için gerekli olduğu bulunmuştur. Çinko ayrıca hem doğuştan gelen hem de uyarlanabilir bağışıklık fonksiyonlarını etkiler. Çinko, cilt ve mukozal membran bütünlüğünün korunmasını artırır ve bağlı olmayan çinko iyonları, rinovirüs replikasyonu üzerinde doğrudan bir antiviral etkiye sahiptir. Çinko takviyesi, doğuştan gelen bağışıklığın hücresel bileşenlerini, antikor tepkisini ve sitotoksik CD8 + T hücrelerinin sayısını artırır.

ASBIEN COLLAGEN COMPLEX

Tip 2 Kolajen:

Tip 2 kolajen hücresel olmayan kıkırdak matrisi (kondrositler) tarafından üretilmektedir. Tip 2 kolajen, bağ
dokularında bulunan kıkırdak oluşumuna yardımcı olur. Eklem sağlığı açısından bu kolajen türü oldukça
önemlidir.

 Tip 2 kolajen, tip 1 kolajenden sonra vücutta en çok görülen kolajen tipidir. Kıkırdak matrisi tarafından
üretilir. Eklem sağlığı ve kıkırdak oluşumu için önemli bir yerdedir. Ana yapısı olan kıkırdak matrisi ise
kıkırdak içinde yer alan sıvı benzeri bir dokudur. Akışkan ve saydamsıdır. Eklem ağrılarına, eklem
hastalıklarında yardımcı etken görevindedir. Tip 2’nin vücutta azalmaya başlaması tip 1’e göre daha yavaş
fark edilir. Azalması normal olarak kabul edilebilir.

Tip 1 Kolajen

Tip 1 kolajen: Vücutta bulunan kolajenin %90’ı Tip 1 kolajendir. Sıkıca demetlenmiş iplikçik
yapısında bulunur. Kemik, deri, tendon, fibröz kıkırdak ve diş yapısının kurulmasında görevlidir.

Temel görevi vücut dokusunu bir arada tutmak olan tip 1 kollajen vücutta en çok bulunan kolajendir. Vücut
dokusundaki parçaları oluşturan eozinofilik liflerden oluşur. Vücuttaki tendon ve bağlarda bulunur. Kemikleri
destekler, cildi korur, elastiklik sağlar, dokuları bir arada tutar, yaraların iyileşmesini sağlar, tendon ve
kasları birbirlerine bağlar, dişleri sağlamlaştırır. Vücutta bulunan tip 1 kollajen gün geçtikçe azalmaya
başlar. Bunu önlemek için besin takviyelerinin alınması, cilt sağlığı açısından önemlidir.

Başlıksız-3

Bromelain

Bromelain, ananastan elde edilen doğal bir maddedir. Kapsamlı bir şekilde incelenmiş ve yanıklar, osteoartrit ve
kanser dahil olmak üzere birçok sağlık durumu üzerinde önemli, olumlu etkileri olabileceği gözlemlenmiştir.
Bromelain'in ödem çözücü etkisi anti-enflamatuar özelliği sayesinde gerçekleşmektedir.

Akgünlük

Akgünlük, Boswellia ağacından elde edilen reçine olarak tanımlanır. Akgünlük reçinesi zengin bir kokuya ve tada sahiptir. Eklem sağlığı gibi tıbbi amaçla kullanımı yaygındır. Frankincense reçinesi, başta Hindistan'da 5000 yıllık geleneksel Ayurvedik tıbbın (alternatif tıp sistemi) önemli bileşenlerinden biri olmuştur

Selenyum

Günümüzde sağlığa olan sayısız faydası ile bilinen selenyumun önemi üzerine yapılan pek çok bilimsel araştırma
vardır. Peki, selenyum ne demek? selenyum; canlıların vücudunda sentezlenemeyen yani üretilemeyen sağlıklı bir
organizma için dışarıdan alınması gereken eser minerallerdendir. Selenyum doğada organik olarak havada, suda ve
toprakta bulunur. Çoğu zaman dengeli ve sağlıklı beslenmek vücudun selenyum ihtiyacını büyük oranda karşılayabilir.
Selenyumun insan vücudundaki temel görevi enzimlerin yapısına kofaktör olarak katılmasıdır. Bir başka ifadeyle
selenyum organizmada düzenleyici olarak rol alır. Kas ve iskelet sisteminden karaciğere, tiroid bezine kadar pek çok
organ ve dokuda bulunan selenyum mineralinin vücuttaki emilimi onikiparmak bağırsağında gerçekleşir.

Selenyum kalp ve damar sağlığının korunmasına katkıda bulunabilir. Koroner arter kalp hastalığı bulunan kişilerin
büyük çoğunluğunun kan değerlerindeki selenyum düzeylerinin düşük olduğu görülür.(2)
Son yıllarda selenyum hakkında yapılan çalışmalar; selenyumun prostat, mide, karaciğer, akciğer kanseri gibi
hastalıkları önleme konusunda etkili olabileceğini göstermektedir.(4 5 6) Bunun yanı sıra bazı çalışmalar kanserli
hastalara tedavi sırasında verilen selenyum takviyelerinin kanserin ilerleyişini yavaşlattığını da ileri sürmektedir.(6)
Yapılan bilimsel çalışmalara göre, selenyum takviyeleri kanser tedavisi sırasında kullanılan ilaçların yan etkilerini en
aza indirmeye yardımcı olur.(6) Selenyum minerali güçlü bir antioksidandır. (3) Besinlerin parçalanması gibi süreçlerin sonunda vücutta serbest
radikal adı verilen maddeler açığa çıkar. Organizmada serbest radikallerin fazla olması hücrenin yaşlanma sürecini
artırabilir. Antioksidanlar serbest radikallerle savaşır ve kırmızı kan hücrelerinin sağlığını korumaya destek olabilirler.
Aynı zamanda yaşlanmaya bağlı etkileri hafifleterek yaşlanma sürecini geciktirmeye katkıda bulunabilirler.
Selenyum, antioksidan özelliği sayesinde oksidatif stresle savaşarak bağışıklık sisteminin normal fonksiyonuna katkıda
bulunur.(3) Selenyumun en önemli özelliklerinden bir tanesi vücuttaki pek çok tepkimenin gerçekleşmesini sağlayan enzimlerin
yapısında düzenleyici olarak görev almasıdır.(7) Selenyum, iç salgı bezlerinin ve hormonların çalışmasını düzenler. Selenyum minerali tiroid bezinden salgılanan T3 ve
T4 hormonlarının sentezi için oldukça önemlidir. İskelet kasından sonra en yüksek selenyum konsantrasyonuna sahip
organlardan bir tanesi tiroid bezidir.(8) Selenyumun erkeklerde en çok depolandığı organlardan bir tanesi testislerdir. Erkek üreme organı olan testislerde
yüksek oranda selenyum bulunur. Bir başka ifadeyle selenyum erkek üreme hücresi olan spermin kalitesi, morfolojisi ve sayısı üzerinde olumlu etkilere sahiptir.(9 10)

Zerdeçal

Zencefil familyasından olan zerdeçal, Güneydoğu Asya'ya özgü, köri'nin önemli bir bileşeni olarak da kullanılan, aynı
zamanda bir polifenol olan, sarı çiçekli, büyük yapraklı ve çok yıllık otsu bir bitkidir. Hint safranı olarak da bilinen
zerdeçal'ın kök sapı mutfaklarda baharat olarak kullanıldığı gibi geleneksel tıpta da faydalarına başvurulan bir bitkidir.
Zerdeçalın hafif keskin, acımsı bir tadı ve topraksı aroması vardır. Zerdeçal kökleri taze olarak kullanılabilir ya da
kurutulduktan sonra toz haline getirilir. Zerdeçal içeriğinde ona canlı sarı rengi veren kurkumin gibi kurkuminoidler,
dimetoksi kurkumin, bisdemetoksikurkumin, turmeron, atlanton, zingiberon, şekerler, proteinler ve reçineler gibi
uçucu yağlar bulunmaktadır.

Bir antioksidan deposu olan zerdeçal, potasyum ve demir zenginidir. Anti-bakteriyel, anti-mikrobiyal, antiinflamatuvar özelliklere sahip zerdeçalın artrit, göz hastalıkları, kanser, ,

Alzheimer ve kalp hastalıkları gibi pek çok hastalıkta etkili olduğu bilinir

D3 Vitamini

D3 VİTAMİNİ
D vitamini, A vitamini ve E vitamini gibi yağda çözünebilir ve vücutta sentezlenebilir. Aynı zamanda
hormon görevi de görür . D vitamininin D2 vitamini (ergokalsiferol) ve D3 vitamini (kolekalsiferol) olmak
üzere iki farklı formu bulunur. D2 ve D3 vitaminleri, görevleri bakımından birbirine çok benzer. Kandaki D
vitamini seviyenin yükselmesine katkıda bulunabilirler. Ancak, bulundukları besin kaynakları açısından
farklılık gösterebilirler. D3 vitamini, hayvansal gıdalarda daha çok bulunur. Güneş ışınlarının cilde temas
etmesi yoluyla vücutta sentezlenebilir. Ayrıca yağlı hayvansal besinler aracılığıyla vücuda alınabilir

D3 vitamini, vücut fonksiyonlarının devam etmesinde görevi olan D vitamininin bir formudur. İnsanlar ve
hayvanlarda bulunabilir. Vücudun sinir, kemik, kas ve savunma sistemlerinin düzgün çalışabilmesi için
gerekli bir vitamindir. D3 vitamini, yağ içerisinde çözünebilir. Ayrıca, hayvansal gıdalar ve besin takviyeleri
yoluyla vücuda alınabilir. Güneşten gelen ultraviyole radyasyon ışınları aracılığıyla da insan vücudunda
üretimi sağlanabilir.
Yeterince güneşe maruz kalmayan kişiler, vücudun ihtiyacı olan D vitaminini üretemeyebilir. Bu nedenle, D
vitamininin gıdalar veya besin takviyeleri yoluyla alınması gerekebilir.

C Vitamini

C Vitamini
Aynı zamanda askorbik asit olarak bilinen C vitamini, insan vücudunun, kan damarları, kıkırdakları, kasları ve
kemiklerde bulunan kollajen proteini oluşturmak için ihtiyaç duyduğu bir vitamin türüdür.

C vitamini dokuların oluşturulmasının yanı sıra vücudunun çeşitli yaralanmalardan sonra iyileşme süreci için büyük bir
öneme sahiptir. Askorbik asit bir monosakkarit türüdür ve hemen bütün canlı dokularında bulunur.
C vitamini, serbest radikaller olarak adlandırılan zararlı moleküllerin yanı sıra toksik kimyasallar ve sigara dumanı gibi
kirleticilerden kaynaklanan hasara karşı vücudu koruyabilen birkaç antioksidandan biridir

MAGNEZYUM

Magnezyum Nedir ?
Magnezyum, vücudun işlevi için çok önemli bir mineraldir ve vücutta en bol bulunan 4.
mineraldir. Vücut bu minerali kendi başına üretmediği için gıdalar ve gerektiğinde de
takviyeler vasıtasıyla alınması gereklidir.
Enerji üretimi, kan basıncının düzenlenmesi, sinir sinyal iletimi ve kas kasılması dahil olmak
üzere insan sağlığı için gerekli olan 300’den fazla metabolik reaksiyonda yer alır. Bütün bu
fonksiyonların yerine getirilebilmesi için düzenli olarak alınması ve vücuttaki rezervlerin
doldurulması gerekir. İnsan vücudunda magnezyumun %60’ı kemik ve dişlerde, %39’u
yumuşak dokularda, kalan %1’i ise kanda bulunmaktadır. Magnezyum, beyin ve kalpte diğer
organlara nazaran daha yoğun olarak yer almaktadır.
Magnezyumun metabolizmaya pek çok faydası vardır. Magnezyum temel işlevini,
% 40’ının bulunduğu kan ve kas sistemlerinde gösterir. Kasların güçlenmesi, protein sentezi
ve enzim sistemi aktivitesinde, hücrelerin büyümesinde ve yenilenmesinde önemli rol oynar
Magnezyum kan basıncının normal seviyede seyretmesine, kemiklerin güçlü ve kalp
ritminin sabit kalmasına yardımcı olur. Ayrıca düşük magnezyum seviyeleri kısa vadede
belirtilere neden olmasa da, tip 2 diyabet, kalp hastalığı, duygu bozuklukları ve migren gibi
rahatsızlıklarla bağlantılıdır.
Tavsiye edilen magnezyum miktarından daha azını alan yetişkinlerin, iltihap belirteçlerinin
artması daha olasıdır. İltihaplanma ise kalp sağlığı, diyabet ve bazı kanserler ile
ilişkilendirilmiştir. Ayrıca düşük magnezyum seviyesi, osteoporoz için bir risk faktörüdür.
Magnezyum ve diğer mineraller açısından zengin yiyecekler yemenin, prehipertansiyonlu
kişilerde yüksek tansiyonu önlemede yardımcı olabileceğine dair kanıtlar mevcuttur.
Damar içine ya da kas içine enjekte edilmiş magnezyum, hamilelikte eklampsi ve şiddetli
astım atakları gibi durumları tedavi etmek için kullanılır. Magnezyum, birçok antasit ve
müshildeki ana bileşendir.

• Kortizolu beyinde dengeleyen en etkili vitamin magnezyumdur.
• Vücudun iç dengesinin sağlanabilmesi için kan düzeyinin normal seyretmesi gerekir. Ancak
yanlış beslenme ve vücuda alınan bazı besinler kan düzeyinin olumsuz etkilenmesine sebep
olurken, magnezyumun görevi bu dengeyi sağlamaktır.
• Mutluluk hormonunun dengede kalması adına magnezyum elementi mühimdir. Magnezyum
vücudunuzda yeterli bir miktarda varsa, depresyon ve kaygı bozukluğu ihtimalinin yaşanma
ihtimali azalmaktadır.
• Vücutta yorgunluğun ve bitkinliğin azalmasına katkıda bulunur.
• Elektrolit dengesine katkıda bulunur.
• Diş sağlığının korunmasında etkin bir elementtir.
• Hücre bölünmesinde önemli görevleri vardır.
• Kas fonksiyonlarının, enerji oluşum mekanizmalarının gerçekleşmesine katkıda
bulunmaktadır.
• Hücreleri alüminyum, nikel, kadmiyum, cıva, kurşun gibi zararlı elementlerden korur.
• Vücutta kalsiyum ve potasyumun işlevini artırır.

Günümüzde besinlerin işlenmesi esnasında içeriğindeki magnezyumun azalması durumu söz
konusudur. Ya da uzun süre pişirilen sebzelerde magnezyum oranı oldukça az seyretmektedir. Hem
aldığımız besinlerde yer alan magnezyum oranlarının azalması hem de beslenme alışkanlıklarımızın
farklılaşmasıyla magnezyum eksikliği kavramı oldukça revaçtadır.
Magnezyum eksikliğine tıp dilinde hipomagnezemi adı verilmektedir. Fazla terleyen ya da bazı
ilaçları kullanan kişilerde magnezyum atılımı daha fazladır. Stres ve hamilelik gibi durumlarda
vücudun ihtiyaç duyduğu magnezyum miktarı artış göstermektedir. Yaş ilerledikçe ya da
gastrointestinal hastalıkların varlığından ötürü bağırsaklardaki emilimin azalmasıyla, gerek duyulan
magnezyum miktarı artar. Ve vücut gerek duyduğu magnezyumu yeterli miktarda dışarıdan temin
edemezse, kemiklerde depolanan magnezyumu tüketmeye başlar.
Magnezyum eksikliğe neden olan faktörler; tip 2 diyabet hastalığı, uyuşturucu bağımlılığı, sigara
kullanımı, böbrek ve karaciğer hastalıkları, yanlış beslenme alışkanlığı, stresli bir yaşam sürmek,
idrar söktürücü ilaçların aşırı kullanımı, antibiyotiklerin sık ve düzenli kullanılmasına bağlı, yetersiz
beslenme, aşırı alkol tüketimi, çölyak hastalığı, Crohn hastalığı, yaşlılıktır.
Magnezyum eksikliği belirtileri arasında; iştahsızlık, bulantı, kusma, saç dökülmesi, kabızlık,
yorgunluk ve halsizlik sayılabilir. Daha şiddetli vakalarda ise; kas krampları, kardiyak aritmiler,
uyuşma, konsantrasyon eksikliği, zihinsel bulanıklık, fibromiyalji görülebilir.
Magnezyum eksikliği tedavisinde, magnezyum ilaçları ve magnezyum içeren multivitaminler vardır.
Eksikliğin çok yüksek düzeylerde olduğu durumlarda damar yoluyla magnezyum verilebilir. Doğal
olarak yüksek oranda magnezyum içeren besinleri tüketmek, sigara ve alkolü bırakmak da tedavi
planının içerisinde yer alabilir.

Magnezyum çoğu sağlık sorunu için önerilir. Çünkü vücudumuzda birçok farklı kritik
işlemlerde rol alır. Vücutta görev aldığı biyolojik reaksiyon sayısının 300 den fazla
olduğu bilinmektedir. Özellikle ilerleyen yaşla magnezyum eksikliği artmaktadır.
Kadınlarda eksiklik erkeklere göre daha yaygındır.
Düşük magnezyum seviyesi ile osteoprozis, yüksek tansiyon, damar tıkanıklığı, kalp
hastalıkları, diyabet, felç arasında bağlantı bulunmaktadır.
Magnezyum eksikliği oldukça yaygındır.

1-Günümüzde çoğu insan besinlerden yeterli magnezyum
alamamaktadır. Temelde bu kişinin tükettiği besinlerin kaliteli besin kaynakları yerine
daha çok paket gıdalara doğru kaymasından kaynaklanmaktadır.
2- Yediğimiz gıdaların da bozulmasından dolayı (Yediğimiz besinlerin içerdikleri
magnezyum topraktan gelmektedir. Artık topraklarımızda uygulanan yanlış tarım
yötemlerinden dolayı gıdalar eski besinsel zenginliğini koruyamamaktadır. ) bunlarla
beslendiğimizde magnezyum eksikliği görülmektedir.
3- Alkol kullanımı
4- Asitli gıdaların tüketimi (kola,soda vs magnezyumun emilmesini engeller.), kahve ve
çay tüketimi (magnezyumun emilmesini engeller.) Kafein kullanımı da ayrıca
magnezyum eksikliğine neden olmaktadır.
5- Bazı hastalıklarda; Bağırsak hastalıklarınız var ise chron ,ülseratif kolit vb. (emilim
bozuk olduğundan), diyabet hastasıysanız (kullanım fazla olduğundan)
magnezyumunuzun düşük olma ihtimali yüksektir.

6- Bazı ilaçlar; Mide ilaçları kullanımı, antibiyotikler, kortkikosteroidler, diüretikler
7- Ayrıca artık toksisiteden, çevresel, fiziksel, kimyasal ve ruhsal streslerden ötürü
magnezyum ihtiyacımız da giderek artmaktadır.
SONUÇ; Bir yandan ihtiyacımız artarken diğer yandan besin yoluyla aldığımız
magnezyum giderek azalmaktadır.

 Hücresel enerji üretiminde (ATP üretiminde) önemlidir. Belkide magnezyumun en önemli
görevi budur.
 Kan şekerini dengeler, diyabet riskini azaltır ve insülin direncini önler.
 Kan dolaşımı ve kan basıncının optimal iyilik seviyesinde seyretmesinde faydalıdır.
 Kalp hastalıkları riskini azaltır.
 Düzensiz kalp ritimleri tedavisinde kullanılır.
 Tiroid fonksiyonlarında önemlidir.
 Östrojenin zararlı metabolitlerinin temizlenmesinde önemlidir.
 Adrenalin ve kortizol seviyelerinin düzenlenmesinde önemlidir.
 Testesteron üretiminde önemlidir.
 Seratonini arttırır.
 Sinir sistemini sakinleştirir.
 Ağrıları rahatlatır ve sinir ağrılarında etkili olabilir.
 Kasları gevşetir, kas performansını arttırır.
 Astım tedavisinde faydalı olabilir.
 Spor performansını arttırabilir ve spor sonrası vücudun iyileşme süresini kısaltabilir.
 İmmun sistemini güçlendirir.
 Felç riskini azaltır.
 Migren tedavisinde kullanılabilir, migren ağrılarının sıklığını ve şiddetini azaltmaktadır.
Migren hastalarımda özellikle kullandığım bir takviyedir.
 Premenstural semptom şikayetlerini, ağrılarını azaltabilir.
 Metabolik sendroma karşı savaşır.
 Nörolojik fonksiyonları destekler,birçok enzimatik reaksiyonda kofaktör olarak görev alır.
 Anksiyete, depresyon ve dikkat dağınıklığı tedavisinde etkinliği birçok çalışma ile öne
çıkarılmıştır.
 Kronik inflamasyon tedavisinde önemlidir. Tüm hastalarımda belirli bir süre
kullanmamdaki nedenlerden biridir.
 Gebelik sırasında oluşabilecek bazı semptomatik problemleri engelleyebilir.
 Eklampsi tedavisinde önemlidir.
 Kabızlıkta rahatlama sağlar.
 Cilt alerjilerinin tedavisinde önemlidir. Detoksifikasyondaki görevleri aracılığı ile bu
duruma faydası bulunmaktadır.
 Optimal böbrek fonksiyonlarını destekler.
 Uyku sağlığında ve derin uykuya dalmada önemlidir. Uyku bozukluklarının tedavisinde göz
önünde mutlaka bulundurulmalıdır.
 İşitme kaybı tedavisinde kullanılabilir.
 Kafa travması ve kanamalarda kullanılabilir.
 Kemik dansititesini ve kalsiyum dengesini sağlar.
 Ligamentlere katılır, esnekliği sağlar.
 Sodyum ve potasyum regülasyonunda önemlidir.
 Fibromilayji tedavisinde,
 Kistik fibrosiz tedavisinde,
 Osteoprozis tedavisinde,
 Alkolizim tedavisinde,
 Kronik yorgunluk sendromu tedavisinde,
 Böbrek taşı tedavisinde,
 Üriner inkontinans tedavisinde,
 Huzursuz bacak sendormu tedavisinde,
 Multiple sklerozis tedavisinde,
 Kanser tedavisinde,
 Kemoterapi yan etkilerini azaltmak için,
 Kronik ağrı tedavisinde,
 Ameliyatlar sonrası iyileşme için,
 Saman nezlesi tedavisinde,
 Yüksek rakıma bağlı oluşan rahatsızlıkların tedavisinde,
 Kilo verme tedavisinde,
 Enfektif cilt lezyonlarında (özellikle streptekok),
 Kızarıklıklar, cilt tahrişleri, cilt ülserleri tedavisinde,
 Koah tedavisinde,
 Yüksek kolesterol tedavisinde kullanılabilir.
NOT: Magnezyumla alakalı güzel bir şey de fitoterapik adaptojenler gibi
vücudumuzun yeni stresli hayata adaptasyonunu sağlamada oldukça önemlidir. Yani
magnezyum yeni gelişen çevre koşullarına karşı adaptasyonumuzu arttırmaktadır

Magnezyum Eksikliğinin En Sık Belirtileri

  • Bilişsel semptomların zayıflaması
  • Baş ağrıları, kronik migren ağrıları
  • Kabızlık ve başka bağırsak sorunları (IBS, SIBO vb.)
  • Uykusuzluk, insomnia
  • Kas spazmları ve krampları
  • Kronik ağrı
  • Yorgunluk (fiziksel, ruhsal, duygusal).
  • Fibromiyalji
  • Kalp aritmileri.
  • Hissizlik ve karıncalanma
  • Duygudurum bozuklukları (anksiyete, depresyon vb.)
  • Davranış bozuklukları

ASBIEN MAGNIUM MAGNESIUM COMPLEX

Magnezyum Glisinat'ın Faydaları

Magnezyum glisinat, diğer magnezyum formlArından daha çok tercih edilir çünkü vücutta
daha iyi emilir, mide bulantısı ve ishal gibi yan etkilerin görülmesi çok daha düşük bir
olasılıktır.
Magnezyum glinisat aşağıdaki durumlarda sağlığa faydalı olabilmektedir:

· Magnezyum sağlıklı kemiklerin gelişiminde rol oynar ve daha yüksek magnezyum
seviyelerine sahip kişiler daha yüksek kemik mineral yoğunluğuna sahip olabilir.

· Magnezyum kemik oluşumunda rol oynayan paratiroid hormonu ve D vitamini
konsantrasyonları üzerinde bir etkiye sahiptir. Bu sayede kemik kırıkları ve
osteoporoz riskini azaltmaya yardımcı olur.

· Magnezyum glisinat tansiyonu düşürmeye yardımcı olabilir.

· Vücuttaki magnezyum düzeyleri iyileştirmek tip 2 diybet riskini azaltabilir. Şekerin
parçalanmasına yardımcı olup ve insülin direncini azaltabilir.

· Migren ağrılarını hafifletebilir. Kandaki düşük magnezyum seviyeleri (diğer bir
deyişle, magnezyum eksikliği) migren kaynaklı baş ağrıları ile ilişkilidir. Magnezyum
takviyesinin migrenli bireylere fayda sağladığı çalışmalarda gösterilmiştir.

· İçeriğindeki glisin sayesinde sakinleştirici özellik taşır. Kaygıyı azaltmaya yardımcı
olabilir, daha iyi uyumayı teşvik edebilir ve hafızayı güçlendirmeye yardımcı olabilir.

· Adet öncesi sendromu (PMS) riskini azaltabilir.

· Anormal kalp ritmini azaltabilir.

· Kas ve özellikle bacak kramplarına fayda sağlayabilir.

Magnezyum Malat Nedir?

Magnezyum malat, vücuttaki magnezyum ihtiyacını karşılamak için kullanılan takviye
edici bir üründür. Çok farklı türde magnezyum takviyeleri vardır. Magnezyum malat da
bunlardan biridir. Magnezyum malat, magnezyum ile malik asitin birleşmesi ile oluşan bir
bileşimdir. Bu magnezyum takviyesinin vücutta emilimi oldukça kolaydır. Söz konusu
etkisi sayesinde magnezyum malat kısa sürede etkisini göstererek vücudun magnezyum
gereksinimini karşılar.
Magnezyum malat, migren, kronik ağrılar, depresyon ve kan şekerinin dengelenmesinde
çok etkilidir. Bu ürün ayrıca düzenli bağırsak hareketlerinin desteklenmesi kapsamında da
kullanılır. Bağırsaklara su çekilmesini kolaylaştıran bu ürün doğal olarak sindirimi
kolaylaştırır.

Magnezyum Malat'ın Faydaları Nelerdir?

Magnezyum malatın faydaları ile ilgili çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırma
sonuçları incelendiğinde söz konusu ürünün faydalarını şu şekilde sıralayabiliriz.

· Ruh halinin iyileşmesini sağlar.

· Kan şekerini düzenli hale getirir.

· Enerji vererek performansı artırır.

· Kronik ağrıların azaltılmasında çok etkilidir.

Magnezyum Malat Nedir?

Magnezyumun taurin aminoasidi ile şelat formu olup biyoyararlanımı yüksektir. Sağlıklı kan şekeri seviyelerini korumaya yardımcı olabilen, kan basıncını düşürebilen, kalp damar sağlığını

iyileştirebilen ve beyni sakinleştiren formdur. Bu nedenle özellikle kardiyovasküler fonksiyonları iyileştirmek, insülin duyarlılığını geliştirmek, hipertansiyonu kontrol altında tutmak istediğimizde bu formdan veya bu formu da içeren kompleks formlardan yararlanırız.
Bu form;

·Migren,
·Baş ağrısı,
·Kalp aritmisi,
·Anksiyete,
·Zihinde bulanıklık,
·Diyabet tedavilerinde iyi bir yardımcıdır.

Magnezyum Sitrat Faydaları Nelerdir?

 

·Kabızlık, gaz ve şişkinliği gidermek.

·Kas ve sinir fonksiyonlarını düzenlemeye yardımcı olmak.

·Daha yüksek enerji seviyelerini desteklemek ve yorgunluğu önlemek.

·Kemik ve diş sağlığını desteklemek.

·Normal kan basıncı, kalp atışı ritimleri ve kan şekeri seviyelerinin korunmasına yardımcı
olmak.

·Sakinleştirmek.

·Sağlıklı bağışıklık sistemi işlevini desteklemek.

REFERANSLAR

https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/34807414/
[ii] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC8399689/
[iii] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/B978012817068700001X
[iv] Ohara, H., Ito, K., Iida, H. And Matsumoto, H. (2009). Improvement in the moisture content of the stratum corneum following 4 weeks
of collagen hydrolysate ingestion. Nippon Shokuhin Kagaku Kogaku Kaishi (J. Soc. Food Sci. Technol.) Vol. 56, Iss. 3, 137-145.
[v] Watanabe-kamiyama M, Shimizu M, Kamiyama K, Taguchi Y, Sone H, Morimatsu F, Shirakawa H, Furukawa Y, Komai M. Absorption
and Effectiveness of Orally Administered Low Molecular Weight Collagen Hydrolysate in Rats. J. Agric. Food Chem. 58; 2010. p. 835–841.
[vi] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/12437452/
[vii] Gary J. Fisher, G.J., Kang, S., Varani, J., Bata-Csorgo, Z., Wan, Y., Datta, S. and Voorhees, J.J. (2002). Mechanisms of photoaging and
chronological skin aging. Archives of Dermatology, Vol. 138, Iss. 11, 1462- 1470.
[viii] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6891674/ ( Hydrolyzed Collagen—Sources and Applications)
[ix] https://www.sciencedirect.com/topics/biochemistry-genetics-and-molecular-biology/type-v-collagen
[x] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/30681787/
[xi] Kimball SR and Co. 2006. Signaling pathways and molecular mechanisms through which branched-chain amino acids mediate
translational control of protein synthesis. J Nutr. 136 (I): 227S-31S
[xii] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/B9780128098479000015
[xiii] Proksch, E., Segger, D., Degwert, J., Schunck, M., Zague, V. and Oesser, S. (2014). Oral supplementation of specific collagen peptides
has beneficial effects on human skin physiology: a double-blind, placebo- controlled study. Skin Pharmacol. Physiol., Vol 27, Iss. 1, 47-55.
[xiv] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0945053X20300135
[xv] https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0301211518310595
[xvi] https://www.sciencedirect.com/topics/medicine-and-dentistry/collagen-metabolism
[xvii] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/B9780123971654000071
[xviii] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/B9780123971654000058
[xix] Watanabe-kamiyama M, Shimizu M, Kamiyama K, Taguchi Y, Sone H, Morimatsu F, Shirakawa H, Furukawa Y, Komai M.
Absorption and Effectiveness of Orally Administered Low Molecular Weight Collagen Hydrolysate in Rats. J. Agric. Food Chem. 58; 2010.
p. 835–841.
[xx] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC7271718/
[xxi] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/21421911/

[1] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/15480053/
[2] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/B9780120885626500029
[3] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3445147/
[4] https://www.hindawi.com/journals/bmri/2014/648459/
[5] https://www.turkiyeklinikleri.com/article/tr-eklem-kikirdagi-yapi-biyoloji-ve-fonksiyon-60390.html
[6] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/15480053/
[7] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/22928426/
[8]https://www.researchgate.net/publication/
336991447_Collagen_Extraction_from_Various_Waste_Bovine_Hide_Sources
[9] https://www.hsph.harvard.edu/nutritionsource/collagen/
[10] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6891674/
[11] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/6203793/
[12] https://scialert.net/fulltext/?doi=biotech.2009.254.258#98443_ja
[13] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/B9780128098479000015
[14] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2577747/
[15] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3676160/
[16] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/17076983/
[17] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/12658447/
[18] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/19212858/
[19] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/26267777/
[20] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/27347486/
[21] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/9785256/
[22] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/34976967/
[23] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/books/NBK532964/
[24] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/27347486/
[25] https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/23637149/
[26] https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC6250655/

Start typing to see posts you are looking for.
×